DOLAYLI ŞİDDET YOLUYLA AİLENİN YIKIMI
Aile kurumuna yönelik dolaylı şiddet, genellikle doğrudan “yasak, ceza, zorla müdahale” gibi açık şiddet biçimleriyle değil; politikaların, kurumların, hizmetlerin ve söylemlerin aile üzerinde baskı, yönlendirme veya dezavantaj üretmesi yoluyla ortaya çıkıyor. Şimdi çok tanıdık gelecek örneklerle dolaylı şiddet konusunu açalım:
– Tek bir aile modelinin “makbul” olarak tanımlanması: Heteroseksüel, evli, çocuklu (“en az 3-4 çocuk”), erkeğin geçim sağladığı ve kadının bakım verdiği aile modelinin
sosyal politikalar, kampanyalar ve resmi söylemler yoluyla dayatılmasıdır. Dışlayıcı bir norm üretilerek sosyal ve ekonomik haklara erişim zorlaştırılır. Bu modele uymayan
aile biçimleri (çocuksuz, tek ebeveynli, tek çocuklu aileler gibi) “eksik, sorunlu veya anormal” olarak tanımlanır. Ne kadar tanıdık geldi değil mi?
– Ev içi bakım emeğini kadın üzerine yıkan politikalar:
Ücretsiz kreş hizmeti, huzurevi ve engelli bakımevi için yatırım yapılmaması, çocuk bakım izinlerinin yeterli derecede hem baba hem anneye sağlanmaması, kadını iş hayatında dezavantajlı konuma sürükleyerek onun iş gücüne katılımını engeller, ekonomik bağımlılığını arttırır. Kadının kişisel alanını yok edip onu ekonomik özgürlükten yoksun bırakarak, çocuk ve bakım ekseninde bir hayat dayatan bu politikalar dolaylı şiddetin önemli bir parçasıdır.
– Doğurganlık ve çocuk sayısına dair söylemler:
“Aile yılı” vasıtasıyla daha sık duymaya başladığımız, kadınlara belli sayıda çocuk ya da “normal” doğum yapmalarını buyuran söylemler kadın bedenine dolaylı müdahale niteliği taşır. Toplumda “makbul kadın” kategorisi yaratarak dolaylı şiddeti büyütür.
– 6284 sayılı kanunun etkin uygulanmaması:
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasından beri ayyuka çıkan ve 6284 sayılı kanunun (Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Kanunu) etkin uygulanmaması nedeniyle kadını sürekli tehdit altında hissettiren uygulamalar dolaylı şiddettir. Şiddet tedbir kararlarının çok geciktirilmesi veya uygulanmaması, koruma kararının denetlenmemesi, mağdurun koruma kararındaki yanlış uygulamalar nedeniyle hizmetlere erişememesi, kadın sığınma evi kapasitesinin çok yetersiz olması, ŞÖNİM’lere erişimin zor olması gibi birçok soruna hiçbir çözüm üretmemek tercih edilince, önlenebilir cinayetlerde sayının her geçen gün artmasına yol açan dolaylı şiddetin boyutları ortada.
-“Boşanmaların azaltılması” odaklı politikalar:
“Aile bütünlüğünü” korumak için arabuluculuk baskısının artırılması, uzlaştırma pratikleri, boşanma süreçlerinin
uzatılması ve şiddet gören kişiyi “aileni koru” söylemleriyle her an tehdit altında hissettiği eve geri göndermek dolaylı şiddettir.
– Nafaka hakkının tartışmaya açılması:
Bu yıl medya aracılığıyla sık sık nafaka konusunun kadınlar ve çocukların aleyhine gündeme taşındığını da gördük. Nafakaların fiilen tahsil edilememesinin yanı sıra kadınları topyekün zarara uğratacak şekilde tekil örnekler üzerinden tartışmaya açılması, korunması gerekenin korunmaması yoluyla dolaylı şiddettir.
– Söylemler ve değer yüklemeler yoluyla dolaylı şiddet:
“Aileyi koruma” söyleminin bireysel hakların önüne geçmesi, LGBTİ+ bireylerin aileye tehdit olarak nefret hedefi haline getirilmesi, kadının bireysel hak taleplerinin aile bütünlüğüne tehdit gibi sunulması dolaylı şiddeti had safhaya taşımakla kalmayıp yaşam hakkını gasp eden boyutlara ulaşmıştır. Kadınlara eşitlik yerine “fıtrat, annelik, görev” vaat ederek cinsiyet eşitsizliğini derinleştiren söylemler, bu dar ve arkaik kalıplar dışında kalan herkesi dolaylı şiddetin hedefi haline getirmekte beis görmüyor.
Cezasızlık ve İndirim Uygulamaları Hem Yapısal Hem Dolaylı Şiddetin Parçası
-“Haksız tahrik indirimi”, “İyi hâl indirimi”, kadın cinayetlerinde sistematik uygulanan ceza indirimleri, tecavüz/şiddet vakalarında delil standardının mağdurun aleyhine işletilmesi gibi uygulamalar, politik tercihlerin ve kurumsal normların bir parçası ve bu sebeple yapısal şiddettir
-Aynı uygulamalar, psikolojik, sosyolojik ve siyasal baskı yoluyla dolaylı şiddeti de üretir. Çünkü cezasızlık politikaları korku yaratır, adalete erişimi imkansızlaştırır, tekrar şiddet riskini artırır, şiddeti uygulayana dolaylı bir meşruiyet sinyali göndererek mağdur özelinde tüm kadınların güvenlik, özgürlük ve psikolojik iyilik halini zedeler. Failler lehine verilen kararlar, mağdurların korkmasına ve şikâyetten vazgeçmelerine yol açar, fail ile mağdur arasındaki güç dengesizliklerini büyütür, şiddet gören kişide “ceza bile almayacak, o halde kurtulmam mümkün değil” hissi doğurur.
Tüm yönleriyle düşündüğümüzde, bugün aile bileşenlerine yönelik dolaylı şiddet; politikalar, hukuki uygulamalar, söylemler ve kurumsal tercihler ile aileyi belli bir modele zorlarken, aile içi eşitsizlikleri yeniden üretir ve farklı aile biçimlerini dezavantajlı konuma hapseder. Dolayısıyla fail, sadece eylemi gerçekleştirenler değil, anı zamanda onların arkasında duran koca bir politikalar ve normlar yığını da. “Aile Yılı” ilan edilen bir yılda dolaylı şiddetin boyutlarının her geçen gün artması, sürekli hissedilir hale gelmesi; aileyi korumak şöyle dursun, “makbul aile” dışında olan her bir aileyi ve aile üyesini güvencesiz hale getirerek aileyi tam bir yıkıma uğratıyor.
Hatta “makbul aile” olarak tanımladığı aileyi dahi yıkıyor.
YAPISAL ŞİDDET YOLUYLA AİLENİN YIKIMI
Şimdi bir örnekle düşünelim; Türkiye’nin herhangi bir yerinde yaşayan sıradan bir aile. Bu aile “makbul aile” tanımına uygun olarak en az üç çocuklu olsun; baba çalışsın, anne ise “ev hanımı” olsun.
Aile Yılı’ndayız. Hane nüfusu 5, asgari ücret 26 bin TL. Kirasını bile ödemekte zorlanan bu aile için ev almak da araba almak da bir hayal. Barınmak, beslenmek gibi en temel ihtiyaçları karşılamak bile güç. Baba çalışmaktan bitap; işçi kıyımına kurban gitmediyse ya da geçim sıkıntısı nedeniyle intihar etmediyse, geçim mücadelesinde…
Şimdi gelelim ailenin annesine: 3 çocuk sahibi olmak kolay değil, anne çalışamıyor, ev içi emek ve bakım tamamen onun üzerinde. Bir ihtimal erkek şiddeti görmüyorsa, öldürülmüyorsa da uyku süresi dışında sürekli ücretsiz emekle geçen bir ömür. Kendisine beş kuruş harcamadan geçen bir hayat. Belki de yaşadığı şehirde bir çay bahçesinde bile oturamadan, denizi bile göremeden geçen yıllar. Ekonomik bağımsızlık hayal bile değil.
Çocuklar okula gidiyorsa zorbalık büyük sorun. Eğitimin içi her geçen gün boşaltılırken, güvenilirliği sorgulanan bir sınav sisteminde sınavlara girse de girmese de hayatında ne değişecek? Anne babasının kaderini yaşamak dışında nasıl bir gelecek var ki önünde?
Çocuklar biraz büyüdüğünde eğer halen hayattalarsa (hastalıktan veya açlıktan ölmemişse, istismara uğramadıysa, akran zorbalığı ikliminde yok olmadıysa, hiç ceza almamış ya da hapisten afla çıkarılmış bir pedofilin karşısına çıkmamışsa ya da öldürülmediyse) çalışmak zorunda.
Başka türlü geçim mümkün değil. Ya doğrudan ucuz iş gücü olur ya da MESEM’ler yoluyla haftada 6 gün, yetişkin bir işçiye ödeyeceğinin üçte birini devlet katkısıyla ödeyerek bir çocuk işçi tercih eden bir patron için yok pahasına çalışmaya başlar. Ailesini zor görür, okulun ise yolunu unutur. Belki çok da uzak olmayan günün birinde yorgunluktan önünü göremeden çalışırken daha reşit bile olamadan ölüp gider. Ölmese de hayatının, ailesinin hayatından hiçbir farkı olmayacağını, hatta daha da kötü olacağını daha o yaşta fark etmiştir. Belki de bu sebeple tek kurtuluşu bir çocuk mafyasına girmekte bulur ve yine ailenin kayıp bir ferdi olur.
Bu ailemizde bir de kız çocuksan ya da LGBTİ+ bir çocuksan işler daha da kötü, daha çocukken nice mücadelelerin içinde var olmaya çabalarken hayat kapkaranlık bir kuyu gibi gelir. O kuyudan tırmanarak çıkarsan bir umut, sadece varlığınla bile insan yerine konursan günün birinde, hayatta kalmak bile bir neşe kaynağı oluverir. Ölüm yoksa ucunda, yoksulluk da dışlanma da hayatın olağan bir parçasıdır.
Bu ailenin bir de gündelik hayatına bakalım… Beslenmek büyük sorun, en ucuzunu bulup karnını doyurabilmek telaşından, zehirlenip hastalanır mıyım, ölür müyüm diye düşünemediğin, açlıkla ölüm arasında bir yoksulluk. Beslenmek, sadece aç kalmamak artık. Başarırsan ne ala, ama ya başaramazsan. Belki de işten atılıp 5 çocuğunu doyuramadığı için kendini ateşe veren o baba gibi yakıverirsin kendini.
Sağlık hizmetlerine erişim aile için daha da büyük sorun, hastanelerde sıra bulmak da muayene ve ilaç ücretlerini ödemek de aileye bir yük. Hele bir de basit bir hastalık değilse yaşadığın, devlet hastanelerinde yer yoksa, ilaçlar ve özel hastaneler üzerinden kurulmuş rant düzeninin altında ezilip ölüverirsin.
İşte “Aile Yılı”nda, bir aile özelinde birçok ailenin fotoğrafı böyle. Bir an var oldukları fotoğrafta ertesi gün, hiç sebepsiz yoklar. “Aile Yılı” ilan edenlerin ailelere vaat ettiği, yapısal şiddetle örülmüş bir hayat. Aile için ne refah, ne eğitim, ne sağlık, ne barınma güvencesi, ne temiz gıda, ne nefes alacak bir orman ne de mutlu ve umutlu bir yaşam vaat etmeyen bir sistem. Yapısal şiddet tam olarak bu: Bir toplumdaki kurumların, kuralların, ekonomik ve politik düzenin, sosyal normların belirli grupların temel ihtiyaçlarını karşılamasını sistematik olarak engellemesi, zarar vermesi veya dezavantajlı hale getirmesi.
Bu tablo, gündelik hayatın bir parçası, “normal”imiz olmuş adeta ama sonuçları oldukça somut. Ailenin her üyesini tehdit eden bu sistemde, her gün artan sayılarla işçi kıyımı, kadın kıyımı, çocuk istismarı ve ölümleri, çocuk işçiliğini kurumsallaştıran MESEM’ler, çocuk işçi cinayetleri söz konusuyken; ailenin kadın ve LGBTİ+ üyelerine nefretin her gün büyütülerek hayatlarının tehdit edilmesi söz konusuyken; ailenin hiçbir üyesi güvende hissetmezken; hangi Aile Yılı’ndan sözedebiliriz? Aile Yılı ancak, bunu ilan edenlerin yönetiminde tamamen yıkılan bir aile
kurumunun enkazının kutsandığı bir yıl olarak tarihimizde yerini alabilir.
2025 AİLE YILINDA, YAPISAL ŞİDDETİN İZLERİNİ SÜREBİLECEĞİMİZ NELER YAŞANDI?
- 2025 Aile Yılı’nda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı babaları da unutmadı ve babalık iznini 5 günden 10 güne çıkartacak yeni bir düzenleme planladı.[1] Diğer yandan, iş cinayetleri tarihin en yüksek seviyelerinde ve bir işçi kıyımına dönüşmüş durumda. Henüz 2025 Aralık ayına kadar İş Cinayetlerinde 1956 işçiyi kaybettik.[2] Bir önceki yıla bakalım, ekonomik ve psikolojik sıkıntılar nedeniyle, özellikle erkekler arasında 2024 yılında artan intihar vakaları tespit edilmesine rağmen, bu konuda herhangi bir çalışma başlatılmadı.[3]
- Anıt Sayaç’ın verilerine göre, 2025 Aile Yılı’nda Aralık ayının ikinci haftasına kadar 428 kadın (eski/) kocası, babası, (eski/) sevgilisi, kayınpederi, kuzeni, abisi, kardeşi ve hatta oğlu ya da hiç tanımadığı bir erkek tarafından öldürüldü. Bu yıl ilk defa şüpheli kadın ölümleri ise, kadın cinayetleri sayısını geçti. İstanbul Sözleşmesinden bir gecede çıkılması ve 6284 sayılı kanunun uygulanmamasıyla oluşan cezasızlık sebebiyle cesaret bulan failler kadınların yaşam hakkına her an tehdit oluşturmaya devam ediyor. [4]133 kadın ise İş Cinayetlerine kurban gitti. Kadınlar ne evinde ne işyerinde ne de sokakta güvende değil.
- Bir de Aile Yılı’nda çocuklara vaat edilen hayata bakalım. Çöken ekonominin sorumluluğu çocukların üzerine yıkılarak, patronlara ucuz iş gücü ihtiyacı için hiç olmadığı kadar çocuk işçi sağlanıyor. Son yıllarda çocuk işçiliği de çocuk işçi cinayetleri de zirveye tırmanmış durumda. Şu anda sanayi ve hizmet sektörü başta olmak üzere, buralarda çalışan çocuk işçi sayısı 2 milyonun üzerinde. Milli Eğitim Bakanlığı’nın çocukları sömürü ve istismara daha da açık hale getirdiği MESEM projesi kapsamında çalıştırılan çocuklar da dahil olmak üzere, Aile Yılı’nın Aralık ayı ortasına kadar 87 çocuk çalışırken iş cinayetine kurban gitti. Çocuk işçiliğini bitirmesi gereken kurumlar, tam tersi yaygınlaştırmak ve meşrulaştırmak için MESEM sistemini geçtiğimiz yıllarda kurdu. Aile Yılı’na özel olarak ise bir üst versiyonuna geçmeyi planlıyor. Bakanlık, çocuklara ömür boyu yoksulluk ve ölüm vaat eden bu sistemi, ortaokul düzeyine indirmek ve organize sanayi bölgelerinde kurulacak yurtlarla yatılı bir sistem haline getirmek istiyor. Böylece çocuğun aile ve eğitim ile bağı neredeyse tamamen koparılacak.
- Kadınların sokakta, işte ve aile evinde güvenliğini sağlayacak yasaları uygulamaktan ziyade Adalet Bakanlığımız Aile Yılı’nda ‘aile değerlerine’ en büyük tehdidi oluşturduğunu iddia ettiği LGBTİ+ kişilerle ilgilenmeyi tercih etti.[5] 11. Yargı Paketinin taslağında yer alan LGBTİ+ bireyler hakkında cezai işlem başlatılmasının önünü açan madde, gelen tepkiler sonucunda torba yasadan çıkarılmış olsa da, Aile Yılı ilan edilirken yapılan konuşmada da, 20 Kasım’da yapılan Aile ve Kültür Sanat Sempozyumu’nda da ‘Cinsiyetsizleştirme gibi dayatmalara ve LGBT gibi sapkın akımlara karşı gerekli tüm önlemleri alıyor, bu noktada en küçük bir tavize, ihmale, rehavete mahal vermiyoruz” denilerek tüm yıl boyunca yapıldığı gibi LGBTİ+ kişiler hedef tahtasına konuldu.[6] Böylece, iktidar kendi yarattığı yıkımın yükünü yine nefret objesi haline getirdiği kimliklere yüklemeyi sürdürdü.
- Kasım ayında Türkiye’yi ziyarete gelen bir aile İstanbul’da kaldıkları otelde kaldıkları sırada ilaçlama nedeniyle zehirlenerek hayatını kaybetti.
- 2024 yılını Yeni Doğan Çetesi’nin ortaya çıkmasıyla bitirmiştik. Kayıtlara geçtiği üzere 10 bebeğin canını alan bu çete, aileleri Sağlık Bakanlığına bağlı kurumlarda çalışırken parçaladı. 57 sanığın yargılandığı, sadece 13 tutuklu sanığın olduğu dava 23 Aralık 2025 yılına ertelendi. Aile yılında henüz yeni doğan çocuklarından koparılmış ailelerin içine su serpecek bir adım atılmadı. Nisan 2025’de ise Timur Soykan’ın özel haberi sayesinde bir Eğitim Araştırma hastanesinde hastalara yüksek dozda radyoaktif madde verildiğini ve buna rağmen nükleer tıp hizmeti alınan şirkete yeniden ihale verildiğini öğreniyoruz.[7] Kısacası, doğumumuzdan, yetişkinliğimize ve yaşlılığımıza sağlığımızı emanet ettiğimiz kuruluşlara dair güvenin onulmaz bir şekilde sarsıldığı bir Aile Yılı yaşadık.
- Aile Yılı’na 78 kişinin acı bir şekilde hayatını kaybettiği Grand Kartal Otel yangını ile başlamıştık. Yangında hayatını kaybeden aileler Kızarmış Tavuk reklamı kaplı kamyonlarla nakledilirken, vatandaşlarımız tatil için gittikleri, Turizm Bakanlığı denetiminde olması gereken otellerin de can güvenliklerine tehdit oluşturabileceğini anlamış oldu. Mahkeme sonucunda otel sahipleri, müdürleri yanı sıra itfaiye müdürü ve eri tutuklanırken, ilk etapta Turizm Bakanlığı yetkililerine dokunulmadı. Kamuoyu baskısı üzerinde 9 bakanlık görevlisinin soruşturulmasına izin verildi. [8] Kültür ve Turizm Bakanı ise tabii ki istifa etmedi.
- Tatile gitmeyelim evimizde kalalım desek, evde de can güvenliğimizin olmadığını Kahramanmaraş depreminin 2. yılında tekrar hatırladık. Şubat ayında, depremde yok olan aileler için dualar okunurken zeytinlikleri, iş yerleri, tarlaları ellerinden alınan, bugün zorlu kış şartlarında hala konteynerlarda yaşamaya devam eden ailelerin, bu sefer Gazze’ye konteyner göndermek için konternerlarının da elinden alındığını duyuyoruz. Diğer yandan depremzede aileler, halen enkaz kaldırma çalışmalarının bitmemiş olması nedeniyle nefes alınamayacak şehirlerde, cenazelerini bulamadıkları aile üyelerini ararken, bir yandan da sorumluların ceza alması için seslerini duyurmaya çalışıyorlar.[9] Fakat yine Aile Yılı’nda Adalet Komisyonu’ndan geçirilen 11. Yargı Paketi’nin 27.maddesi ile 2,5 yıl sonrasında da mağdur edilmeye devam ediyorlar. 27.maddede belirtilen “suçun türüne bakılmaksızın” ibaresiyle hüküm giymiş deprem suçlularının da yeni düzenlemede yer alan “genel af”tan yararlanabileceği belirtiliyor. [10]
- Evde bizi tehdit eden şeyin sadece deprem olmadığını Ekim ayında Gebze’de yaşanan yedi katlı binanın çökmesiyle anladık. Alican Uludağ’ın haberine göre yakınında yapılan metro inşaatı nedeniyle artan ve derinleşen çatlaklar sonucunda yıkılan binada bir aileyi kaybettik.[11] Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı herhangi bir sorumluluk üstlenmediği gibi sorulara cevap vermeyi ve yıkımın sebebini açıklamayı hala reddediyor.[12]
- Adalet Bakanlığı sadece, her gün dozunu artırdıkları yapısal şiddet ortamında yakınlarını kaybetmiş aileleri değil; doğrudan muhalif politikacılar ve gazetecileri de mağdur etmeyi, ailelerinden koparmayı sürdürüyor. Bebeklerinin doğumunu göremeyen babalar, çocuklarından uzak düşen ebeveynler, sabahın erken saatlerinde anne ve babalarını tutuklanıp götürülürken görmek zorunda kalan çocuklarla geçen bir Aile Yılı.
KAYNAKÇA
1 – https://www.medyarota.com/haber/26983994/dogum-izinlerinde-yeni-donem
2 – https://www.isigmeclisi.org/is-cinayetleri-raporlari
3 – https://t24.com.tr/haber/karar-yazari-kahveci-gecim-zorlugu-intiharlari-yuzde-46- artti,1245631
4- https://www.isigmeclisi.org/is-cinayetleri-raporlari
5- https://www.hrw.org/tr/news/2025/10/29/turkiye-draft-law-threatens-lgbt-people-with-prison
7- https://www.birgun.net/makale/radyoaktif-skandal-1-614099
8/1- https://www.dw.com/tr/kartalkayada-gerek%C3%A7eli-karar-78-ki%C5%9Fiyi-%C3%B6l%C3%BCme-g%C3%B6t%C3%BCren-ihmaller/a-75059204
8-2- https://bianet.org/haber/danistay-kartalkaya-davasinda-9-bakanlik-gorevlisi-de-yargilanacak-311972
9/1- https://www.bbc.com/turkce/articles/cgkj05zpyz4o
9/2- https://www.aa.com.tr/tr/asrin-felaketi/-oglunu-arayan-anne-kurdugu-platformla-ayni-kaderi-yasayan-ailelerin-sesi-oluyor/3472241
10-https://x.com/Adaletpesindea/status/1997702003351515424/photo/1
12- https://www.birgun.net/haber/bakan-gebze-sorusunu-yanitlamadi-soru-soran-gazeteciyi-azarladi-670186




